27 Ağustos 2010 Cuma

Küresel Mali Kriz Röportajı- Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR

Bu röportaj:
Gazi Üniversitesi 
Endüstriyel Sanatlar Eğitim Fakültesi
YENİ NESİL İŞLETME DERGİSİ'nde yayınlanmıştır...


Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR
Röportajı Yapanlar: Hakan UZUN ve Ekrem ATASEVEN
Malumunuz aylardır krizin içindeyiz. Televizyonda veya gazetelerde her gün başka bir haber duyuyoruz kriz hakkında. Bu kriz nedir nasıldır gibi sorulara cevap bulmak için kalktık bölümümüzün bu konularda uzman olan Abdurrahman Hoca’nın kapısına gittik. Hocamızda bizi kırmadı ve yaklaşık bir saat boyunca kriz hakkında sorularımıza uzun ve güzel cevaplar verdi. Bizde dergimizin en güzel köşesi olacak bu röportajı dergiye ekledik. Tüm arkadaşlara yardımcı olması dileğiyle sizi sorular ve cevaplarla baş başa bırakıyoruz.
Hakan UZUN: Öncelikle sunduğunuz fırsat için teşekkür ederiz. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Asıl ben size teşekkür ederim gençler böyle çalışmalar yaptığınız için. Ben Rize’nin Güneyce kasabası doğumluyum. 1981 yılında İstanbul Kadıköy Ticaret Lisesi’nden mezun oldum. Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi’nde yüksek öğretimimi tamamladım. Mesleki Eğitim Fakültesinde olmama rağmen İşletme eğitimi aldım. Yine Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Muhasebe Finansman Bölümü’nde master yaptım. Yüksek lisansımı tekrar İstanbul’a giderek İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladım.  1997 yılında yüksek lisansımı tamamladım ve 1998 yılında asistan olarak görevime başladım. 2000 yılından beri yardımcı doçent doktor olarak görevime devam ediyorum.
Ekrem ATASEVEN: 2008’nin sonlarında ortaya çıkan krizin sebebi sizce neydi? ABD’de ortaya çıkmasına rağmen neden dünyayı bu kadar etkiledi?
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Aslında kriz 2008’nin sonuna doğru kesinleşiyor. Başlangıç tarihi ise 2008’in başlarındır ve bu zaman diliminde krizin işaretleri belirmeye başlıyor. 2008 haziran ayına doğru kriz kapımızdan içeri girmeden çok önce ekonomistler (işin uzmanları) borsada aşırı şişme var, emtia (ekonomide kullanılan mallar özellikle enerji malları ve sanayi malları) fiyatlarında artış, petrol doğalgaz gibi enerji hammaddelerinde artışlar ve piyasada ki çoğu belirti yanlış yönde gidildiğini gösteriyor dediler. İkiz kulelere saldırıdan sonra Irak işgaline kadar borsalarda büyük düşüşler yaşanıyor. İşgalden sonra ABD’nin o dönemki yönetimine yakın olan silah sanayisi devleri ve petrol devlerinin hükümet üzerinde ciddi güçleri var. Bununda etkisi ile Irak işgalinden önce petrol 25 dolardan başlayarak 2008 haziran ayına 150 dolar seviyesine yükseliyor. Enerji ihtiyacını petrol ağırlıklı karşılayan Türkiye gibi ülkeler için bu gerçekten büyük bir maliyet yükü demektir. Bu sorunların yanında ABD’de alttan alta gelişen bir mortage sorunu aslında krizi tetikleyen ana unsur olarak ortaya çıktı. Mortage krizinden sonra büyük bankaların ardı sıra batmasıyla büyük bir kriz dalgası dünyayı sardı. Mortage kısacası uzun vadeli emlak kredisidir. ABD bankları bu kredileri pütürsüzce dağıtmalarından dolayı ve krediyi alanların ödeyememelerinden dolayı bu kriz ortaya çıktı. Bankaların satışları parayı alıp satmak şeklinde olduğu için kredi kağıtları birden bire değersiz hale düştü. Yani alacakları kredileri sadece kağıt üzerinde kaldı ve geri dönüş yolları kapandı. Hedge fon dediğimiz bu krediler bankanın kasasında durmadı ve bunları başka firmalara sattılar. Bu şekilde çok el değiştirmesinden dolayı bankalarda başlayan kriz şirketlere sıçradı. Krize kadar sağlam görünen bu fonları alan şirketler karşılığında emlak-konut olduğu için bu fonları satın aldılar. Dünyayı etkilemesinin sebebi ise entegrasyondur. Artık ülkelerin mali piyasaları küreselleşme ile iç içe geçtiği için Türkiye’de olan bir kriz tüm dünyayı ve tersi şekilde dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen kriz Türkiye’yi etkiliyor. Yani Türkiye borsasının %66’sı yabancıların elinde olduğu için yabancı yatırımcılarda dünya şartlarına göre hareket ettikleri için etkiliyor. Bunla birlikte ülkemizin 200 milyar dolar borcu var. Bu borç yurt dışındaki yatırımcılardan alınan borçlar ve devletten, özel şirketten, menkul kıymetlerden gibi alacakları var. bununla birlikte deyim yerindeyse ABD öksürdüğü zaman dünya doğal olarak Türkiye nezle oluyor.
Hakan UZUN: Sistemin mantığında kriz vardır sizce krizi meşrulaştırmıyor mu? Aynı zamanda bu tezin sizce geçerliliği nedir?
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Krizin önceden tahmin edilmesi o kadar zor bir şey değil. Dünyada binlerce ekonomist var. ABD’li ekonomi profesörü Krugman krizi önceden tahmin etti diye göklere çıkarıldı. Türkiye’de dahil dünyanın çoğu yerinden bunu dile getirenler oldu. Fakat Krugman bunu akademik tez olarak ciddi bir iş yapınca ve önceden de tanınan biri olduğu için bu derece ün yaptı. Örneğin ben bile fazla ilgim olmamasına rağmen krizin geleceğini önceden tahmin ettim. Çünkü  piyasa öyle bir duruma geldi ki üreticiler üretemez oldular girdi fiyatlarının yüksekliğinden dolayı. Eğer sistemin mantığında kriz mantığı vardır derken liberal- kapitalist sistemi kastediyorsanız doğrudur ve zaman zaman kriz olması olağandır. Ama bence bu derece büyük bir krizi yaşamamız gerekmiyordu. Yatırımcılar bankacılar kısacası büyük oyuncular bu derece hırslı olmasalardı krizin boyutları bu seviyede olmazdı. Sistemde itiyor ama liberal sistemi kontrol eden bir sistem de yok. Örneğin dünyada 80 milyon ton petrol üretiliyor ve tüketimde 80 milyon tonken fiyatlar yükseliyor. Neden? Çünkü bu hedge fonlar dediğimiz sanal alım satımlar yapılıyor ve 80 milyon üretim yapılırken 400 milyon tonluk işlem yapılıyor. Bunun yanında piyasaya fazla para enjekte edildi. Krizde de aynı mantık devreye sokuldu. Atlatmak için piyasaya sıcak para sürüldü, faizler dibe vurdu ve buda enflasyona neden olabilir.
Ekrem ATASEVEN: Krizin asıl sebebinin “iş-çalışma ahlakının yitirilmesi” diyen çoğu yazar var. Sizce bu doğru bir düşünce mi?
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Bu görüşe katılmamak elde değil. Çünkü krizin asıl sebebi bu derece hırslı olmasalardı bu büyüklükte bir kriz olmazdı. Mesela ben 2002’de tez çalışması yaparken örnek olay olarak İrlanda’yı seçmiştim. Kuzey İrlanda yabancı yatırımı çekmede örnek ülkeydi. Bununla birlikte AB üyesi olan Romanya, Yunanistan gibi Balkan ülkelerinde işler iyi gidiyordu. Fakat krizden sonra ilk iflas eden ülke İrlanda (1,2 trilyon dolar borcu var GSMH ise 500 milyar dolar) oldu, sonrasında Romanya ve şimdi de Yunanistan ki AB ülkeleri kurtarma çareleri arıyor. Kısacası bu kadar hırslı olunmasaydı krizin boyutları bu seviyeye ulaşmazdı. Şişmeler olurdu ama sistem bunu egale edebilir veya optimum seviyeye getirebilirdi. Bundan önceki krizlere baktığımız zaman bu derece yaygın değildir. Ya bölgesel krizler olmuş mesela Rusya krizi (bizi az etkiledi) ya da gelişmekte olan ülkelerde (mesela Uzakdoğu krizinde Malezya, Endonezya çok etkilendi) olur. Genel kabul gören krizin üç çeyrekte biteceğidir. Yani bir kriz bir yıl sürmez ama içinde bulunduğumuz kriz altıcı çeyreği devirdi hala dibi görünmedi. Ne zaman biteceği hala blinmiyor.
Ekrem ATASEVEN: Açıklanan bazı verilere göre krizden çıkış başladı diye haberler yapılıyor. Fakat yeni dalgalanmalar yaşayabiliyoruz. Örneğin yakın zamanda Dubai’den kaynaklanan bir dalga atlatıldı. Kısacası kriz sürüyor mu? Sürüyorsa ne zaman kadar devam eder?
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Krizin tahminini yapmam imkansız. Fakat çıkıştan emareleri (belirtileri) var ama tam olarak süreç başladı demek için çok erken. Nasıl enflasyonun yüksek olduğu zamanlarda düşmeye başlarsa düzelme var diyorsak aynı şekilde geçen yıl ki %15’lere varan ekonomik daralmadan %5 civarına düştüysek bu iyi bir gösterge oluyor. Bizde ki bu gelişmenin sebebi ise ihracata dayalı bir ekonomiye sahip olduğumuz için ve dışarıya mal sattığımızdan dolayı satabiliyorsak alanlarda düzelme var demektir. Kriz hala sürüyor çünkü hala insanlar işlerini kaybetmeye devam ediyor ki bu önemli bir göstergedir. Piyasaya o kadar para enjekte edilmesine rağmen haklın güveni tam sağlanamadı ve bundan dolayı alış veriş yapılmıyor. Dubai olayında ise çeşitli söylentiler ve bundan dolayı komplo teorileri üretiliyor. Mesela bunlardan en çok rağbet göreni bilerek yapıldığı, sebebi ise Dubai sermayesinin arkasında %40 dolayında İran sermeyesinin olması ve bu sermayeyi sıkıştırmak istemişler. İran sıcak parasını uluslararası sisteme bu yolla aktarılıyor deniliyor. Bence işin aslı böyle değil. Dubai inşaat var. Bu inşaatların bir kısmı yapılıyor %30 civarı karla başkasına satılıyor aynı şekilde diğerleri de böyle al-sat yapıyorlar. Bunun sonunun gözükmemesinin sebebi ise Dubai’nin Hon Kong yerine geçeceği ve bir finans merkezi olacağının söylenmesi. Gün gelecek orada 1 metrekare yer bulamayacaksın. İşte bu mantıkla devam edildiği için bu derece şişkin bir piyasa oluştu. Şimdiye kadar nasıl etkilemediği ise ayrı bir araştırma konusu. Bunun sebebi Petro-dolarlardaki azalma olabilir. Kısa süren bu krizden çıkmasının sebebi ise Arap Emirliklerinin borç ödeme garantisi vermesi olmuştur. Uluslar arası piyasa da sözlerin ne kadar önemli olduğuna güzel bir örnek. Dubai’nin bu derece bir sıkıntıya düşmesinin diğer bir sebebi ise hesapsız harcamaları olmuştur. Rusya’da da aynı durum meydana gelmiştir. 2009’un bütçesini hesaplarken petrol 150 dolar olmasına rağmen 110 dolardan hesapladırlar ve 50 dolara düşünce 2008’in yazında girdiği Gürcistan’dan hemen geri çekilmek zorunda kaldı.  Hatta Rusya’dan bize daha az turist geldi. Çünkü savaşı finanse edecek kaynağı yoktu ve aynı zamanda masraflarını kısması gerekiyordu. Dubai’nin yatırımları inşaata yönelik olmaktadır. İnşaata yapılan yatırımlar ise bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde prim yapmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bir gider olmasına karşın gelişmekte olan ülkeler için bir yatırım aracıdır. Çünkü evi satmak için değil yaşamak için alırız ve zaman geçtikçe eskimesinden dolayı değeri düşer.
Hakan UZUN: Krizin Türkiye’ye etkileri sizce ne boyutta oldu? Teğet geçti sözü ne kadar gerçekçi?
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Bu söz söylendiği zaman teğet geçmemişti. Aynı zamanda bu kriz başta diğer krizler gibi çabuk atlatılacak sanıldı. İşsizlik oranından bakarsak %9’lardan %14-15 seviyesine yükseldi. Tarımdan kopuşlar devam etmekte bu da işsizliği tetiklemekte. Her şeye rağmen krizin dünyada en az etkilediği ülkelerden biri Türkiye’dir. Çünkü Türkiye krize açık bir ülke ve diğer gelişmekte olan ülkelerdeki petrol gibi emtia mallarına sahip değil. Bizim kategorimizde Brezilya, Rusya, Meksika, Arjantin, Endonezya ve Uzak Doğu ülkeleri var ve bu ülkelerden Rusya, Meksika ve Brezilya müthiş doğal kaynaklara (emtia) sahip. Bizim bor madenlerimiz var diye konuşuyoruz ama krizde borun ihracatı çok düştü. Biz ise ihracata dayalı bir ekonomiye sahip olduğumuz için böyle bir kriz ortamında satış yapamıyoruz ve satın da almıyoruz. Bu yüzden dış açığımız bu derece az. Bizi kurtaran Ortadoğu’ya ve sonrasında Afrika’ya yapılan ekonomik açılımlardır. Bizi bu açılımlar ve Irak kurtardı. Savaştan sonra Irak’a müthiş mal satmaya başladık. Çünkü biz önceden büyük satışı AB ülkelerine yapıyorduk. Bu ülkelerdeki sorun direk olarak bize yansıyordu. Krizin fazla etkilememesinin diğer sebebi ise 2001 krizinin zayıf bankaları elemesiydi. Hatta BDDK başkanı daha krizin etkileri hissedilmeden bankalara temettü dağıtmamaları için uyarıda bulundu. Krizin ağırlığının hissedildiği zamanlar Rusya’da hatta Fransa gibi AB üyesi olan bir ülkede borsalar düşmesin diye kapatıldı ama Türkiye gibi bir ülkede kapatılmadı.  Eğer Türkiye’de bankanın biri zor durumda diye şöyle bir söylenti çıksaydı olacaklar korkunç boyutlara ulaşabilirdi. Bunun yanında devletin verdiği yüksek faizden dolayı bankalar yurtdışından değerli kağıt alamadı tüm parasını devlete yatırdı. Tersi bir durum olsaydı değerli kağıtlar çöpe dönüşecek buda bizi büyük bir krizin içine sokacaktı. İhracat açılımları etkileri belirli seviyede tutsa da ekonomide bozulmalar oldu. Öreğin, bütçe açığı 10 milyar dolardan 60 milyar dolara çıktı. Bu bozulmalar normal. Çünkü bizim ülkemiz gelişmekte olan bir ülke. Yeni AB’ye giren ülkelerin durumu bizden kat kat kötü. Son olay ise Yunanistan’ın GSMH’nin üstünde borcu var ve AB bu ülkeyi kurtarmaya çalışıyor. Türkiye’nin GSMH içindeki borç oranı %60 seviyelerindedir. Bu gibi ortamda gerçekten güzel ve optimum seviye diyebileceğimiz bir oran. Krizde şu an reel sektör beklemede. Çünkü mali sektör yani bankacılık sektörü biraz da olsun kurtarılmasına rağmen mali sektörün etkilenmesi direk olarak reel sektörü (üretim) etkileyeceği için kriz belki de bekleme aşamasında. Reel sektörde bu riski birleşmeler, satın almalar ile azaltmaya çalışıyor.
Ekrem ATASEVEN: Bu kiriz bir finans krizi olmasına rağmen neden Türk bankalarını etkilemedi? Aksine neden Türk bankaları altın çağını yaşıyor?
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Aslında tam olarak altın çağını yaşamadı. Örneğin; ABD’de geçen yıl %0,4 faiz oranı olmasına rağmen Türkiye de %12 civarındaydı. Şimdi Türkiye’de bankalar devleti finanse ediyorlar ve iyi para kazanıyorlar risksiz.  Türk bankaları riske girmeden iş yaptıkları için iki taraftan kar ettiler. Hem ellerinde toksit kağıt yoktu buradan bir kar elde ettiler hem de devlete yüksek faizden borç vererek garanti para elde ettiler.
Hakan UZUN: Uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Türkiye’nin kredi notunu iki baz birden arttırdı. Bunun avantajları ne olabilir?
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Yunanistan’ın ve diğer bazı ülkelerin kredi notları düşürüldü. Kriz dolayısıyla ise Türkiye’nin durağana çevrilen kredi notları vardı ve beklenen bir durumdu. B+’ya çıkarılması beklenmeyen bir attırtmaydı. Çünkü iki baz birden arttırıldı ve böyle bir ortamda doping etkisi yaptı. Bunun siyasi yönü olabilir. ABD’ye gideceğimiz için bir artırıma gidilmiş olabilir. Çünkü küresel bir ekonomi var ABD’nin sözü dinleniyor. Türkiye’de şuan siyasi bir kriz var ama ekonomimizi etkilemiyor. Önceden olsa yer yerinden oynardı ekonomide. Çünkü artık uluslar arası yatırımcılar var ve ülke içindeki siyasi olaylarla pek fazla ilgilenmiyorlar. Kredi notunun iki baz birden arttırılması hem yatırımcılara bir güven unsuru sağladı hem de devletin borç bulma maliyetini azalttı. Çünkü, bizim gibi dış açık veren ülkeler açığını borç ile kapatmak zorundalar ve bu da faiz giderleri şeklinde kendini gösteriyor. Bu not yükseltimi ile hem kredi bulmak kolay hem de kredinin faiz oranları düşük olacaktır. Böylece devlet faiz giderlerini azaltarak kaynak çıkmasını engelleyecektir. Bununla birlikte Türkiye yabancı sermaye bekleyen bir ülke olduğu için etkisi büyük olacaktır. Notun yükseltilmesi bir eğilimi gösterir. Durağan olan notta düşüşte olabilir yükselişte. Fakat yükselen bir not yükseliş meyilli bir hareketlenmeyi gösterir. Dubai krizinden sonra Ortadoğu sermayesinin İstanbul’a çekilmesi tartışılıyor. Böylece İstanbul’un AB ile Ortadoğu arasında bir köprü olması planlanıyor.
Ekrem ATASEVEN: Bu kriz ortamında işletmelere finans konusunda tavsiyeleriniz nelerdir? Sizce finansman ihtiyaçlarını nasıl karşılamalılar.
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Kriz ortamı ile işletmelerin para bulmalarını yani finansman ihtiyaçlarını karşılamalarını pek bağdaştırmamalıyız. Çünkü, Türkiye gibi sermaye piyasası pek gelişmemiş ülkelerde finans büyük bir sorundur. İkincisi Türkiye’de halk tasarruf etmiyor. Bundan dolayı işletmeler finansman ihtiyacını yurtdışından gideriyor. Yaklaşık 200 milyar dolarlık dış borcun 80 milyar doları devletin 120 milyar doları özel sektörün. Bu gerçekten çok eski bir problem ve devam da edecektir. KOBİ’ler öncelikle varlık sahibi  olmaktan vazgeçmeliler. Yani iki kuruş kazandıktan sonra evi, arabayı, arsayı arttırmaya çalışmamalıdır. İşletme sermayesi lazım olduğu zaman bankaya gidip kredi alıyor ama 500 bin liralık evde oturuyor. Dikkat edin büyük şirketlerin hiçbir ferdini barlarda göremezsiniz. Avrupa’da işler bunun tam tersi şekilde yürür. Ama bizim KOBİ’ler sermeye sahibi olmadan varlık sahibi oldukların en ufak krizden çok etkileniyor işletme sermayesi bulamıyor. Bundan dolayı işletmeler üretim veya satıştan değil finans giderlerinden batan çok şirket var. Çünkü hala girdi maliyetleri ve işçilik çok ucuz. Hala işletmeler riskli olduğu için uzun vadeli tahvil çıkamıyorlar işletmeler. Bankalar kredi içinde çok büyük teminatlar istiyor. Örneğin, bir fabrikanın normal şartlarda değeri 10 milyon lira iken kriz ortamında bankalar 2 milyon liraya ipotek ederim diyorlar. Türkiye’de küçük tasarruflar piyasaya inmiyor. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre yastık altı dediğimiz birikimlerin 192 milyar dolar olduğu saptanmış. Sisteme bunun üçte ikisi girse rahatlık sağlanır. Bununla birlikte büyük sermaye sahiplerinin yurtdışına büyük para aktarımı var. Devletin 160 milyar dolarlık borcunun yaklaşık 60 milyar dolarlık kısmının bu paralardan olduğu söyleniyor. Yurtdışında kurulan paravan şirketlerle devlete borç veriyorlar ve vergiden kaçıyorlar. Bununla birlikte Türk insanı yatırım yapmayı bilmiyor. Yatırım konusunda daha yirmi yıllık bir geçmişe sahibiz.  En çok kullandığımız yatırım araçları ise döviz, altın ve fonlardır. Türkiye’de sermaye bulmak pahalı olduğu için işletmeler ayaklarını yorganına göre uzatmaya mecburlar.
Hakan UZUN: Hayata atılmamıza bir adım kalan biz üniversite öğrencilerine tavsiyelerinin nelerdir? Sizce öğrencilik dışında yönelebileceğimiz alanlar hangileri?
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Ben burada asistan olarak görev aldığım zaman yaptığım bir araştırmaya göre işletme mezunlarının %16’sı MEB görev alıyor ve %80’ninin özel sektörde görev alıyordu. Tabi o zamanlar muhasebe işinde görev alabiliyorduk ki çoğu arkadaşım o işi yaptılar. Sonrasında öğretmenlik cazip hale geldi ve çoğu kişi direk öğretmen oldular. Şimdi ise öğretmen olmak çok zor. Bunun yerine öğrenciler en iyisi firmalarda insan kaynakları yöneticisi olmaya yönelmelidirler. . Başvurdukları yerlerde hem işletme hem de eğitim yönü olduğunu açık bir dille ifade ederlerse iş bulmaları kolaylaşır. Yani kısacası üniversite mezunu olduğunuz için iş görüşmesinde kendinizi pazarlamayı bileceksiniz. Ne iş yaparsın diye sorulduğu zaman şu işte uzmanım, yabancı dilim var, sertifikalarım var diyebilmelisiniz. Sizin artık daha donanımlı ve bilgili olmanız gerekiyor. Diğer bir iş fırsat ise dış ticaret alanında uzmanlaşmak. Biliyorsunuz Türkiye’de işletmelerin %99 KOBİ ve bu işletmeler ihracat yapmayı tam olarak bilmiyorlar. Bununla ilgili kurslar veriliyor be biraz pahalı olmasına rağmen sizin çok işinize yarar. Sermaye piyasasında ise lisanslama sınavları var. Zor olmasına rağmen hem iş garantisi açısından hem de maddi konuda çok avantajlıdır. Öğretmenliğin dışında farklı bir yöne yönelmek zor ama hem imkansız değil hem de getirisi daha yüksek. Ders eksiği ve deneyim eksikliği sorunlarını aşabilirsiniz. Üniversitede her şeyi derslerde öğreneceğim diye beklemeyin. Burada sadece size dersin genel hatları verilir ve siz kendi kendinizi geliştirmelisiniz.
Ekrem ATASEVEN: Türkiye tarihinde en büyük kriz ne zaman oldu?
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman OKUR:
Şimdi 1929 krizi tüm dünyayı etkiledi ve bizi de yoğun bir şekilde etkilemedi. Çünkü ekonomik olarak zaten hastayız ve hasta olduğumuz içinde diğer hastalıklar bizi fazla etkilemiyor. Bununla birlikte o zaman tam olarak ekonomi yoktu. Özellikle 1970’li yılların sonunda siyasi dalgalanmalar krizleri peşinde getirdi.  1977 yılında Demirel bu millet 70 sente muhtaç dedi. Çünkü büyük bir ekonomik kriz var. İşte o zamanlarda margarin yok, petrol yok, yağ yok, doğal gaz yok ve uzun kuyruklar var. Krizler o zamanlar büyük bir ekonomi olmadığımız için pek etkilemiyor. Ama şimdilerde dünyanın yirminci büyük ekonomi olmuşuz ve kriz çok etkileyebilir. Bizim en büyük krizimizin 1929 yılında olan krizdi diyebiliriz. Bir de 1973 yılındaki Ortadoğu petrol ambargosu ile enflasyonla tanışıyoruz ve otuz yıldır kurtulamadık. Türkiye 1984 yılına kadar içine kapalı bir ülke olduğu için dünya krizlerinden fazla etkilenmeyip siyasi krizlerden etkilendi. Bundan dolayı o zaman ki krizlerden ekonomik olarak değil siyasi olarak yaklaşılır. 1994 yılında Çiller döneminde döviz krizi oldu ve halk büyük kayıplar yaşadı. 1998 yılında Rusya’da ortaya çıkan kriz etkiledi bizi. Ama asıl kriz 2001 yılında bize özel en büyük krizdir. Küçülme olarak 2009 krizi fazla olmasına rağmen bu yılın son verileri aralık sonunda alınacağı için asıl sonuçlarına o zaman bakacağız. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder