3 Ekim 2010 Pazar

RUSYA EKONOMİSİNİN GELECEĞİ Madalyonun İki Yüzü


Çarpan kavramı Keynes’in iktisat literatürüne kattığını önemli kavramlardan birisidir. Kısaca tanımlamak gerekirse, gelirin tasarruf ve harcama şeklinde iki fonksiyonu vardır. Gelir harcama fonksiyonuna göre ele alırsa, yapılan bir harcama diğerinin kazancı olacaktır ve kazanç elde edenin yapacağı harcama ise bir diğer kişinin gelirini elde edecektir. Bu şekilde birinci, ikinci, üçüncü, dördünce vb. şekilde ilerleyen durum sayesinde bir gelir ve harcama akımı oluşacak yatırım amacıyla harcanan miktar daha fazla gerçekleşmiş olacaktır. Tersi bir durumda ise yani tasarrufların artması veya gelirin azalmasının sonucunda gerçekleşen azalışlar çarpan etkisi ile daha ağır olacaktır. Örneğin harcamadaki 0,5’lik artışta (Marjinal Tüketim Eğilimi) çarpan 2 veya 0,8’lik bir azalış (MTE) Keynesçi çarpana göre 5 olacaktır. Kısacası çarpan etkisi harcamalardaki çok küçük bir azalış veya artışın daha büyük etkileri olduğunu dile getiriyordu. 

Güven çarpanı ise pek dile getirilmeyen bir kavramadır. Oysa iktisatta ve özellikle uluslararası ilişkilerde güven çok önemli bir değer olarak karşımızda durmaktadır. Güven çarpanını George A. Akerlof ve Robert J. Shiller Hayvansal Güdüler kitabında özetle şu şekilde açıklamaktadır:[1]

Artık uzunca bir zamandır güven ölçüm araştırmaları yapılmaktadır. …Bu şekilde ölçülen güvenin gelecekte yapılacak harcamalar hakkında öngörülerde bulunmaya yaramaktadır. Güvenin ekonomik kararlarda ne kadar önemli olduğu ve aşırı güvenin büyük ekonomik krizlere yol açtığı tartışılmaz bir gerçektir. Bunun yanı sıra her krizin başlangıcından bitimine kadar ihtiyatlılık kavramının askında güvensizlik olduğu ve bu güvensizliğin yayılma riskinin fazla olduğu da bilinmektedir. Örneğin krizlerden önce yüksek olan güven ekonomiye katkısı veya payı az olan kişi-kurum gibi aktörler tarafından bozulursa (iflas, yolsuzluk, zarar…) bunun bir domino etkisi yaratabilir. 2008 krizinin resmileşmeden önce uzun süren var yok tartışmaları güveni azaltmıştır. Güvenin çöktüğü nokta ise Lehman Brothers’ın çökmesiyle netlik kazanarak bir güvensizlik krizini ardında sürüklemiştir. Kısacası çarpan etkisinden olduğu gibi güven çarpanında başlangıçtaki ufak değişiklik daha büyük bir sonuca neden olabilmektedir.

Bu kısa girişten sonra Rusya Ekonomisinin avantajlı olduğu durumlar ile sorun yaşadığı durumlara geçebiliriz. Geleceğin tahmin edilmesi konusunda öncelikle yapılması gereken anlama, anlamdırma ve öngörüde bulunma bu yazıda titizlikle takip edilecektir. Rus Ekonomisinin temel sorunu güvenin tesis edilmemesiyle bağlantılanacak ve en son SWOT[2] (Güçlü Yanlar, Zayıf Yanlar, Fırsatlar ve Tehditler) analizi yapılacaktır.

Ekonomi bir devletin tarihini değiştirecek etkilere sahiptir. Güçlü bir ekonomiye sahip devletler uluslararası arenada güçlü bir konumu işgal eder (ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Çin). Tersine ekonomi zayıf olan ülkeler ise ekonomik sorunların yanı sıra sosyal, kültürel ve siyasal sorunlarla iç içe yaşarlar (Afganistan, Yunanistan, Pakistan, Irak). Ekonomik anlamda güçlü olan ülkeler düşüşe geçiyorsa sebepler aynı şekilde ekonomik olmaktadır. İngiliz hegemonyası 1. Ve 2. Dünya Savaşlarının ekonomiyi bitirmesinden dolayı sona ermiştir.  Bir devletin geleceği ekonominin geleceğine bağlıdır.

Madalyonun Birinci Yüzü

1998 yılından beri artan enerji fiyatları Rus ekonomisinin 1991 yılından beri gerileyen ekonomisinin kurtarıcısı olmuştur. Ekonomik toparlanmanın başlaması ve hızlanmasından 2008 ekonomik krizine kadar uluslararası desteklerde de ekonomik büyüme muazzam boyutlara ulaşmış ve bu da kredi kuruluşlarının not arttırımı ile desteklenmiştir. Bu döneme güvenin yükseliş dönemi dersek aynı zamanda sorunların görmezden gelindiği dönem de bu döneme rast gelecektir. Tepe noktası 2008 ekonomik krizi ile netleşmiş ve bu noktadan sonra Rusya ekonomisi gerilemeye ve zaman zaman borsa kapatmalar yaşayan bir krize girmiştir.

Rusya Federasyonunun ihracatının %70’ini teşkil eden enerji ve hammadde kaynaklarının ekonomide payı küçümsenemez. Vladimir Putin ile başlayan siyasal istikrar dönemi artan enerji ve hammadde fiyatları ile birleşince ekonomi yükselmeye başlamıştır. Putin’li yıllar boyunca sıkı para politikası uygulanmış ve dalgalı kur sistemi terkedilmiştir. Bu göreceli olarak ekonominin dalgalanmasını engellemiştir. Bunun yanı sıra kayıt dışı ekonomi ile mücadele sonucunda 1998’de %50 olan ora 2004’te %35’e kadar düşürülmüştür. Bütçe açıklarının ekonomiyi bir kaosa sürüklediği 1991-1999 sürecinden bütçe fazlası veren bir ülke konumuna gelen Rusya’nın sahip olduğu doğal kaynakların etkisi tartışılmaz.[3]
         
Yukarıdan da görüldüğü üzere Rusya Federasyon’u büyüme ivmesini hızlandırarak sürdüreceğini tahmin etmektedir. Rusya ekonomisinin kalemlerine baktığımız zaman da aynı büyüme tredinin sürdüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Sanayi üretimindeki artışları tarım ve ormancılık alanında yaşanan artışlar ve büyümeler takip etmiştir. Doğal kaynaklara dayalı sanayi dalları (petro-kimya sanayii, yakıt sanayii, demir çelik üretimi, demir dışı madenler…) ekonomik anlamda en hızlı büyüyen sektörler olmuştur. Tarım sektöründe göreceli, üstün olduğu buğday üretimi ve bakliyat üretiminde ise son yıllarda gerilemesine rağmen hala büyük bir potansiyele sahiptir. [5]

                Rusya ekonomisi tamamen olmasa da gelişmesini hammaddelerin zenginliğine borçludur. Uzun süren gerileme döneminden özellikle doğalgaz ve petrol fiyatlarının artması ile gelişme dönemine giren Rusya ekonomisi gelecekte bu trendi sürdürebilir. Bunun nedeni ise yeraltında çıkarılmayı ve doğal olarak tüketilmeyi bekleyen doğal kaynakların fazlalığıdır. Bunun yanı sıra askeri alanda gelişmişlik düzeyleri dikkate alınması gereken bir noktadır. Askeri harcamalar sıralamasında Rusya İtalya’dan sonra 39,600,000,000 ABD doları ile 8’inci sıradadır.[6] 
Rusya Federasyonu silah satışlarından da büyük gelirler elde etmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelere satışların fazla olduğu bu satışlar 2008 yılında 8.95 milyar dolarlık boyuta ulaşmıştır. Yıllar itibariyle büyük sıçrayışlar halinde yükselen silah satışları 2008 ekonomik krizinde biraz olsun düşmesine rağmen gelecekte de artacağı söylenebilir. Bunun temel nedeni ise dünya silahlanmasının düşeceği veya duracağı konusunda neredeyse hiçbir devletin adım atmamış olmasıdır. Siyasal anlamda da getiri elde ettiği silah satışı ile Rusya, ABD önünde süper güç olduğunu göstermektedir. Özellikle İran’a karşı yaptığı büyük satışlar ile ABD ve diğer AB ülkelerinin tepkisini çekmiştir.[7]


            Madalyonun Diğer Yüzü


            Rusya Federasyonu’nda katı bir bürokrasinin varlığı herkes tarafından bilinmektedir. Hükümete ve özellikle Putin’e yakın işletmelerin büyük karlar elde ettiği ve ihalelerde aynı şekilde kazanan tarafta yer aldığı gazetelerin sıradan haberleri haline gelmiştir. Bunun yanı sıra Rus işadamlarının başka ülkelere yatırım yapmaları hoş karşılanmıyor ve aynı şekilde Rusya’daki yatırımlarına kanunsuz müdahaleler yapılabiliyor. Bunun en tipik örneği ise Azeri kökenli iş adamı Telman İsmailov’un Antalya’ya yatırdığı ve birçok dünyaca ünlü yıldızın açılışına geldiği Merdan Palas’a yatırım yapmasından sonra Rus kamuoyunda tepkiler oluşmuş ve ilerleyen zamanlarda İsmailov’un sahibi olduğu Moskova Çerkez pazarına polis baskınları gerçekleşmiştir.[8]

            Rusya ekonomisinin üzerinde her daim kara bulutların dolaşmasının bir diğer nedeni ise mafyalaşan bürokrasinin ülkeden kaçırdığı girişimciler ve yetişmiş nesildir. Örneğin bir zamanlar 34 yaşında Evroset cep telefonu şirketini milyar dolarlık bir imparatorluğa dönüştürme hikayesini anlatırken Yevgeni Çiçvarkin, Rus olmaktan gurur duyarken şimdilerde Londra’da kanun kaçağı olarak yaşamaktadır. Şirketi Rus polislerinin seri baskınlarının sonucunda kapandı ve iki ortağı hapisteler. Rusya’nın polisleri artık üniformalı kurt adamlar olarak adlandırılıyor ve Rus şirketlerinin dörtte üçüne baskınlar düzenliyorlar. Yakın zamanda yapılan bir ankete göre, ankete cevap verenler 1600 kişiden yüzde 13’ü Rusya’dan ayrılmak istiyor. Bu oran 1992 yılıyla yani SSCB’nin dağılmasından sonra ayrılmak isteyenlerin oranıyla aynı.[9]

            Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Rekabet Endeksinde Rusya, 52. sıradan 63. sıraya düştü. Mülkiyet hakları söz konusu olduğunda Rusya, dünya ortalamasının çok altında 119. sırada yer alıyor; yargı bağımsızlığında ise 116.; polis hizmetlerinin güvenilirliğinde 112.; profesyonel yönetim alanında ise 77. sırada. Güvenlik ve güvenirlik konularında bu derece eksik olan Rusya büyümesini ve istikrarını doğal kaynaklara borçludur diyebiliriz.[10]

           Polis ve suç alemindeki ittifaklar yasal zemini olmayan tutuklamaları beraberinde getirmektedir. En yetenekli beyinlerini ve iş adamlarını siyasi tercihler sonucu kaybeden İran, Suriye ve Kore gibi ülkeler safından kendine yer alan bir Rusya ile karşı karşıyayız. Suç oranlarındaki artış faili meçhul cinayetleri de körüklemektedir. Her ne kadar bir azalma olsa da yetersiz olduğu ortada olan bu infazlar devletin içini kemiren bir kurda dönüşmektedir. İngiltere gibi Rus siyasi suçlulara (!) topraklarını açan İsrail her ne kadar Rusya’ya yakın bir çizgi içinde olsalar da iade konusunda taviz vermemektedir. Gizli polis teşkilatlarının bazı ülkelerde infazlar yaptığının iddia edilmesi ise devletlerin karşı karşıya gelmesine ve Rusya’nın zaten az olan itibarını daha da dibe itmektedir.

            Madalyonun “Güzel Yüzü” yoksa “Kötü Yüzü” mü?

            Eğer Rusya ekonomik krizden neden bu kadar çok etkilendiğini objektif bir şekilde incelerse sebeplerin başında bürokrasi ve ister istemez mafyayı bulacaktır. Doğal kaynakların ekonomiye sağladığı faydayı liberalleşme ve şeffaflaşma için kullanılması Rusya’nın daha güçlü bir devlet haline gelmesine yardımcı olacaktır. Bunun yanı sıra yasal düzenlemeler ile birlikte yapılacak olan reformalar mafyanın gücünü kırabilir ve doğal olarak mafyalaşmış bürokrasiyi yok edebilir. Umut ile umutsuzluk arasında mekik dokuyan bir sosyal hayatın varlığı ekonomik genişlemenin halka yani tabana yayılmaması sonucuna bizi ulaştırmaktadır. Ekonomik olarak rahat ettirilememiş geniş halk kitleleri polis ve derin devlet tarafından dizginlenen sosyal patlamanın eşiğine gelebilir.

            Son günlerde sıkça dile getirilen ikinci dip yaklaşıyor-yaklaşmıyor iddial
arının gerçekleşmesi durumunda zaten büyük kayıplar yaşayan Rusya ekonomisi daha beter sorunlarla karşılaşabilir. İşsiz sayısının kriz yıllarında 2,2 milyona yükseldiği, enflasyonun 11,3 seviyelerinden dolaştığı, kriz boyunca bürokratik baskılardan dolayı uluslararası firmaların yatırımlarını kestiği ve büyük firmaların sırasıyla işten çıkarmalar gerçekleştirdiği Rusya ekonomisi daha derin bir krizden büyük zararlar alması muhtemeldir.[11]


            Yukarıdaki sayılan sebeplerden dolayı hükümetin ve özellikle tek adam olan (belki de diktatör) Putin’in daha demokratik yönetim tarzı benimsemesi gerekmektedir. Yasal düzenlemelerin bir önce hayata geçirilmesinin bir diğer nedeni ise Rusya’da işletme açmak için herhangi bir yere başvurulma zorunluluğu olmamasıdır. Bu şekilde bir işlem hem verilere ulaşılmasını engellemekte hem de batan işletmelerin nasıl ve ne zaman battığı hakkında bilgi vermemektedir. Rüşvet ve yolsuzlukların sıradan olayalar hale gelmesi halkın ve özellikle dünya kamuoyunun güvenini sarsmaya devam etmektedir. Bunun engellenmesi ise tedbirlerin derhal alınmaması durumunda sonuçları kestirilemeyen zararlar ortaya çıkabilir.

            Doğal kaynak imparatorluğunun sonu doğal kaynaklardan değil güvensizlikten gelecek gibi durmaktadır. Fakat yine de Rusya büyük bir potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır. Güven çarpanının düşük olması en önemli riskleri beraberinden getirmektedir. Yetişmiş neslin ve iş adamlarının güvenlerinin tekrar sağlanması çarpan etkisiyle tüm ülkeye ve sonrasında ise tüm dünyaya yayılabilir. Baskı, şiddet ve zorlama ile devletin yönetilemeyeceği örneklerden rahatlıkla anlaşılabilir. Böyle bir çözüm yolunun terkedilmesi görevi tek adam olan Putin’e düşmektedir. Güven krizi aynı zamanda bir güvenilecek limanların aranmasına da neden olmaktadır. Güvenli limanlara ulaşmak demek aynı zamanda o limanları geliştirmek ve büyütmek demektir. Ekonomik kalkınmanın bir anlam ifade etmesi için güvenin sağlanması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki içinde bulunduğumuz kriz aynı zamanda bir güven krizidir diğer krizlerin olduğu gibi.

            Bir ülkenin geleceği ekonomisinin geleceğine bağlıdır.
            Bir ekonominin geleceği o ekonomiye duyulan güvene bağlıdır.

            Hakan UZUN

      İşletme Eğitimi Yüksek Lisans Öğrencisi 2010



[1] George Akerlof ve Robert Shiller (2010), “Hayvansal Güdüler”, Scala Yayıncılık, s.35-40.
[2] Kobitek Editör tarafından “SWOT Analizi Nedir? Yazısı, Erişim tarihi 03.10.2010,http://www.kobitek.com/makale.php?id=83
[3] Rusya Ofisi sitesinden , Erişim Tarihi 3.10.2010, http://www.rusyaofisi.com/putinliyil.htm
[4] Murat Yülek, Tabi kaynaklar imparatorluğu komşumuz Rusya, Erişim Tarihi 03.10.2010,http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1021483
[5] Rusya Ofisi sitesinden , Erişim Tarihi 3.10.2010, http://www.rusyaofisi.com/rusuretim.htm
[6] Ülkelere Göre Askeri Harcamalar, Wikipedia Türkiye, Erişim Tarihi 03.10.2010,http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9Clkelere_g%C3%B6re_savunma_harcamalar%C4%B1
[7] Türk Savunma Sanayi Tartışma Formu, Erişim tarihi 03.10.2010,  http://www.trmilitary.com/forum/viewtopic.php?f=1&t=18552&start=0
[8] Azeri İşadamına Türkiye Tepkisi, CNN Türk, Erişim tarihi 03.10.2010,http://www.cnnturk.com/2009/dunya/05/26/azeri.isadamina.turkiyeye.yatirim.tepkisi/528148.0/index.html
[9] Owen Matthews, Newsweek Türkiye, “Sürgün Kuşağı”, Sayı 97, s. 50-51.
[10] Owen Matthews, Newsweek Türkiye, “Sürgün Kuşağı”, Sayı 97, s. 50-51.
[11] Rusya Ekonomi Haberleri, CNNTürk, Erişim tarihi: 03.10.2010,http://www.cnnturk.com/guncel.konular/rusya.ekonomisi/286/

23 Eylül 2010 Perşembe

Merkez dövize el attı

Merkez Bankası (MB), TL ve yabancı para açısından zorunlu karşılık oranını TL'de 0.50 puan, yabancı para yükümlülüklerinde ise 1 puan artırdı.

18 Eylül 2010 Cumartesi

IMF'ye göre yoksulluğun çaresi büyüme


Uluslararası Para Fonu (IMF), dünyadaki açlık ve yoksullukla mücadelenin anahtarının ekonomik büyüme olduğunu açıkladı.

IMF, gelecek hafta Birleşmiş Milletler'de (BM) düzenlenecek liderler zirvesinden önce Milenyum Kalkınma Hedefleri'nin başarılması için tavsiyelerini açıkladı.

IMF'e göre, küresel açlık ve yoksulluğun 2015 yılına kadar azaltılmasında daha fazla ilerleme sağlanması için küresel ekonomide ve ticarette sürdürülebilir bir büyüme gerekiyor.

Küresel finansal krizin yoksulluk ve açlığı azaltma çabalarına zarar verdiği, ancak yoksul ülkelerde ekonomik büyümenin canlanmasının yine devinimi artırabileceğini belirten IMF, zengin ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere yatırımı desteklemesi gerektiğini bildirdi.

IMF, altyapının geliştirilmesi için Afrika'nın yılda 93 milyar dolara ihtiyacı olduğunu tahmin ediyor.

IMF, Milenyum Kalkınma Hedefleri'ne ulaşılması için doğru global ekonomik koşulların ortaya konulmuş olması gerektiğini ifade etti.

IMF Birinci Başkan Yardımcısı John Lipsky, daha sıkı bütçe koşullarına rağmen, zengin ülkelerin 2005'de "Afrika'ya yapılacak yardımların 2010 itibariyle iki katına çıkması" taahhüdünü tutmasına ihtiyaç olduğunu, böylece yoksul ülkelerin yollar, köprüler ve diğer altyapı yatırımları yapabileceğini kaydetti.

Zengin ülkelerden yoksul ülkelere yapılan yardım, 2008 yılından bu yana yılda 38 milyar dolar seviyesinde sabit olarak duruyor.

Öte yandan Lipsky, dünya liderlerine, küresel düzeyde ticaretin serbestleşmesini içeren ve iki yıl geciken Doha müzakerelerinin tamamlanması çağrısında da bulundu.

Zengin ülkeler ile gelişmekte olan ekonomiler, hangi yoksul ülkelerin pazarlarını açması gerektiği konusunda müzakerelerde anlaşma sağlayamıyor.

2 Eylül 2010 Perşembe

GÜÇ VE EKONOMİ 2023 TÜRKİYE STRATEJİSİ





            2023 yılı Türkiye için derin anlamlar taşımaktadır. Türkler bugüne kadar bağımsız devlet ve beylikler toplamında 100’ den fazla devlet örgütü kurmuştur.[1] Her ne kadar modern devletlerin çağı 16. Yüzyıldan sonra başlamış olsa da yapılanmalar devlet olarak kabul edilebilmektedir. Bu ayrım altında yatan neden düzen veya başka bir şekilde ifade edilmek istenirse devlet düzenin tahsil edilmesidir. Modern devlette sınırlardan geçiş serbestliği ortadan kalmış ve devlet sadece yönetim- güvenlik sarmalını değil üretim yani ekonomi alanına dahil olmuştur.[2] Bunun yanı sıra tarih boyunca yüzden fazla devlet kurduğumuz gerçeği aynı zamanda 99 (yani kurulan devlet sayısından bir eksik) devleti yıktığımız ve yıkmasına mani olmadığımız anlamına gelmektedir.

            Küresel tarih incelendiği zaman devlet oluşumlarının doğmasında, büyümesinde ve yıkılma sürecinde tercihlerin rasyonel ve benzer temellere dayandığı görülmektedir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde[3] belirttiği gibi temel fizyolojik ihtiyaçlar tatmin olmadan diğer ihtiyaçlara (güvenlik, ait olma, bağlanma, saygınlık ve kendini gerçekleştirme) geçilmesi imkansızdır. Bu teoriyi insan topluluklarına uyguladığımız zaman ise ortaya birincil ihtiyacın ekonomik artık oluşturmak olduğu gerçeğe çıkmaktadır. Yeme, içme ve barınma gibi temel ihtiyaçların karşılanmasından sonra ekonomik artık devletlerin yapı taşlarını oluşturmuştur. Gelişme ve büyüme zamanlarında ise devletler ekonomiyi değil politik sonrasında ekonomik en son ise siyasal çözümlerle problemlere yaklaşmıştır. Gerileme veya çöküş zamanlarında ise tam tersi bir uygulama ile ideolojik (siyasal), ekonomik ve en son ise politik tercihler göz önünde bulundurulmuştur. Bu kıstasları bir tablo ile açıklamak gerekirse:[4]

Aşamalar
Faktörler
Temel Problemler
Oluşum
Ekonomik
Politik
İdeolojik
Geçinme, artık, uzmanlaşma problemleri.
Genişleme
Politik
Ekonomik
İdeolojik
Otorite, güvenlik ve merkez ile çeper bölgeler arasında ki ilişki problemleri
Sınırlama
İdeolojik
Ekonomik
Politik
Siyasal ve askeri yapılar çözülmeye başladıkça ortaya çıkan ve emperyal sınırlar içerisinde ve ötesinde ruhani/ideolojik sadakat yaratma girişimlerine yol açan kimlik ve tutunma problemleri

            Yukarıda ki tabloyu mirasını aldığımız Osmanlı Devletine uyguladığımız zaman şu sonuçlara ulaşırız:[5]
Kurulum: Moğol tehdidinden uzak zayıf Bizans’a yakın verimli topraklar üzerindeki bir beylik öncelikle ekonomik artığı sağlama konusunda büyük bir avantaja sahipti. Bu avantajı siyasi ve askeri tehditlerden uzak bir coğrafyada olması kurulum sürecinde işini daha da kolaylaştırmıştı. Bunun yanı sıra Türk milletine has bir savaşçı geleneğin ve devlet kurma bilincinin faydaları, etkileri ve önemi ihmal edilmemelidir.

Genişleme: Ekonomik artığın sağlanmasından sonra ise yakın zayıf Bizans’ın topraklarına seferler düzenlenmiştir. Verdiği ekonomik rahatlık ve adaletli yönetim imajı şüphesiz politik problemlere çözümün temelini oluşturmaktaydı. Kendi milletinden veya dininden olmayan doğu Avrupa Osmanlı devletini bir kurtarıcı gözü ile bakmaktaydı.

Sınırlama-Çöküş: En güçlü hali şüphesiz düşmeye başlayacağı nokta olarak kabul edilmelidir. Kanuni Sultan Süleyman ile tüm rakiplerini sindirmiş olan devlet bu noktadan itibaren güç kaybetmeye ve dağılmaya doğru yol alamaya başlamıştır. Bunu ekonomik ve politik sorunlar ardı ardına patlak vermesi ise takip etmiştir. Neredeyse bütün devletlerin düştüğü temel problemleri görememe (ekonomik ve politik) hastalığına Osmanlı Devleti’de yakalanmış ve çözüm amaçlı ideolojik bir yaklaşımı kabul etmiştir. Bunu başta İslamcılık, Osmanlıcılık ve Turancılık resmi ruhani/ideolojik tercihlerde görmekteyiz.

            Osmanlı mirasından veya küllerinden kurulan Türkiye Cumhuriyeti herkesin açık bir gözle görebildiği ekonomik problemleri birinci sıraya yerleştirmiştir. Şüphesiz Osmanlı’nın bunları çözememesinin sebebi devlet yönetiminde saklı olduğu kadar uluslararası çıkar (kapitülasyonlar ve imtiyaz içeren antlaşmalar) mekanizmalarıdır. Yeni Türkiye’ye Osmanlı’dan kalanları şu şekilde sıralayabiliriz:[6]

Cumhuriyetin devraldığı ekonomik yapı asırlardan beri değişmemişti. Nüfusun beşte dördü doğrudan, veya dolaylı olarak tarımla uğraşmaktaydı. Tarımda üretim çok ilkel yöntemlerle gerçekleşmekteydi. Köylüler, çoğunlukla, yetiştirdiklerini kendileri tüketiyordu. Tarımsal ürünlerin pazarlara ulaşmasını sağlayacak ulaşım kanallan mevcut olmadığı için tarım ürünlerinin diğer ürünlerle değişimi çok sınırlıydı. Bu nedenle şehirler gıda gereksinimlerini ancak civar bölgelerden karşılıyorlardı. Tren yolu az ve mevcut olanlar da kötü durumdaydı. Kara yollarının en iyisi dahi ancak kağnıların geçişine izin veriyordu.

Ekonomide iç ve dış ticaretin hemen hemen tamamı azınlıkların elinde bulunuyordu. Sınai üretim el sanatlarından ibaretti. Batılı ülkelerin bir taraftan elde ettikleri kapitülasyonlar, diğer taraftan empoze ettikleri serbest ticaret Anadolu'da sanayiin kurulmasını engellemiştir ve mevcut olanları da öldürmüştür. Türk halkının sınai ürün gereksinimleri ithal yoluyla karşılanıyordu. Bu ithalat ise fındık kuru üzüm, incir, tütün gibi sınırlı sayıda tarım ürünü ve halı gibi bir kaç el sanatı ürününün dış satımı ile karşılanıyordu. Türkiye'de İçişleri Bakanlığı'nın 1934 tarihli raporunda ekonomiye empoze edilen serbest ticaretin etkileri şu şekilde açıkça ortaya konulmaktadır:

"Gümrük kapıları ardına kadar açık tutulduğu dönemde Avrupa'dan ithal edilen ipekli kumaşlar Bilecik dutluklarının harap olmasına neden oldu. 1821'de 600 adet el tezgahına sahip bulunan Üsküdar'da 40 tezgah kaldı. Aynı şekilde 1812'de 3000 tezgah bulunan Tırnova'da tezgah adedi 1000'e indi. Mensucat (dokuma) sanayiinin çöküşü diğer sanayi dallarını da etkiledi. Memlekette sanayinin bir gün tekrar canlanacağı ümidi hemen hemen yok gibiydi."

Bütün bu olumsuz yapıya ek olarak Anadolu topraklan savaşlardan büyük hasar görmüştü. Tarım alanları İtalyan, Fransız ve Yunan istilası sonucunda, ve kurtuluş savaşında büyük hasar görmüştü. Lozan Anlaşmasından sonra Yunanistan ile Türkiye arasında yapılan nüfus değişimi Anadoluda bir çok el sanatı, sanayi ve ticaretin olumsuz bir şekilde etkilenmesine, hatta yok olmasına neden oldu. 1926 yılına kadar Türkiye'yi terk eden ve tüccar, esnaf ve zanaatkarlardan oluşan 1.3 milyon Yunanlıya karşılık Batı Trakya' dan gelen 400 bin Türk temelde çiftçiydi. Anadolu tarımı bunları ancak güçlükle absorbe edebildi.

            Bunun yanı sıra halkın hali perişan ve acınacak durumdaydı. Ülkenin savaşlardan sonra tükenmişliğinin kanıtını ise 11 Nisan 1917 New York Times gazetesi şöyle ortaya koyuyordu:[7] Köylerin %80’i sağlıksız şartlar altında yaşamaktadırlar. Halkın %14 sıtma, %9’u frengidir. Köylünün %72 bitlidir ve her an tifüse yakalanabilir. Evlerin %97’sinde uygun tuvalet ve benzeri kolaylıklar yoktur. Halkın okumaya oranı ise sadece %7’dir.

            Yukarıda sayılan ekonomik ve insani durum devletin çöküşünü politik olarak da resmetmektedir. Uzun süren savunma mantığının ve savaşların yıkıcı etkisinin en ağır hissedildiği topraklar şüphesiz Anadolu’dur. Bu gerçeklerin tamamen farkında olan Atatürk ve silah arkadaşları Lozan imzalanmadan önce İzmir İktisat Kongresini toplamış ve radikal kararlar almışlardır. Dönemin tercih ve beklentilerine uygun bu kararlar her ne kadar bazı yazarlar tarafından Lozan’a destek amaçlı gözükse de temelde ekonomik amaçları göz önünde bulundurmaktadır. Çünkü Lozan sonrasında ve Büyük Buhran yıllarında birincil tercih yeni kurulan devletlerde olduğu gibi ekonomi olmuştur. Ekonomik bağımsızlık ve artığın oluşturulamaması şüphesiz zayıf bir devlet, zayıf bir ordu ve zayıf bir devlet yönetimi anlamına gelecekti. Bu gerçeği başta Atatürk olmak üzere büyük şahsiyetler sözleri ile de ifade etmişlerdir. Ekonomik artığı oluşturmak ve daha da önemlisi ekonomik bağımsızlığı kazanmak için Yeni Türkiye aşağıdaki düzenlemeleri ve uygulamaları hayata geçirmiştir:

1923-1932 döneminde ekonomi politikası: özel girişime öncelik Cumhuriyetin ilk yılları, 1932'den sonra uygulamaya konulan "devletçilik" uygulamalarından farklı olarak özel girişime öncelik veren bir politika arayışı dönemidir. K.Boratav bu dönemin, devletin hiç bir şekilde ekonomiye müdahale etmediği gerçek anlamda "liberal" bir dönem olmadığına dikkati çekmektedir. Bu dönemde Devlet ekonomiye müdahale etmiştir. Bu müdahaleler, devletin bizzat kendisinin işletmediği tekelleri imtiyazlı şirketlere dağıtmaya, devlet ihaleleri yoluyla ve geniş teşviklerle özel sermaye birikimini hızlandırmaya yönelikti. Devletin bu dönemde ekonomideki varlığı Osmanlı İmparatorluğundan devralınan devlet tekelleri (tuz, petrol, benzin, barut ve patlayıcı maddeler tekelleri) ve fabrikalardan ibaret kalmıştır. 1915 yılında sayılan 22'yi bulan ve Osmanlı döneminde devlete ait olan bu fabrikalar, 1925 yılında kurulan Sanayi ve Maadin Bankası tarafından devralınmıştır. Devletin bu dönemde en önemli ekonomik faaliyeti demir yolları yapımıdır. 1930 yılında demiryolları Ankara'dan Sivas'a ulaştı. 1928 ve 1929 yıllarında Ankara-Ulukışla ve Mersin-Adana hatları yabancı şirketlerden satın alındı.[8]

Devletçilik Dönemi, Mayıs 1932 tarihinde Sovyetler Birliği ile $8 milyon tutarında faizsiz, 20 yıllık bir borçlanma anlaşması imzalandı. Bu, gelişmekte olan bir ülkeye verilen ilk borç örneğidir, ve bunu izleyen 25 yıl içinde başka borçlanmaya gidilmemiştir. Bu borç şeker fabrikaları ve Kayseri' de kurulacak olan dokuma fabrikaları için Sovyet malzemesi alımında kullanılacaktı. Planın proje yapımı ve finansmanını Sümerbank üstlenmişti. Beş yıllık plan ile yurt içinde üretilen ürünlerin işlenmesi öngörülmekteydi. Bu gruba giren üretim dalları pamuklu ve yünlü dokuma, gıda, şeker ve basit imalat endüstrileridir. Fakat Plan bunların ötesinde 6 alt sanayi grubunda toplanan ileri sanayi üretiminin de gerçekleştirilmesini hedeflemekteydi: kimya, kağıt-selüloz, madencilik, tekstil, seramik, demir-çelik. Planın öngördüğü fabrika sayısı 20, gerekli kaynak ise 45 milyon Türk lirası idi. Bunlardan ikisi dışında tamamı zamanından önce gerçekleştirilmiştir. Bu planın uygulanmasında özel bir ticari banka olarak kurulan İş Bankası da görev almış, şişe ve cam fabrikasının kurulması ve işletmesi görevi bu bankaya verilmiştir.[9]

            2010 tarihine gelene dek inişli çıkışlı büyüme rakamları, siyasi- ekonomik olaylar ve daha da önemlisi politik sorunlarla karşılaşıldı. Günümüzde her ne kadar bu politik sorunlar çözülmemiş gibi gözükse de demokratik ve ekonomik atılımlar ile temel dayanak noktaları çürütülmektedir. Adeta bir kabul değiştirmenin yaşandığı günümüzde bunun sancıları hissetmeyen toplumsal grup yok gibidir.

            Başta Kürt Açılımı ismi ile başlayan süreç zamanla isminin iticiliğini yok etmek adına Demokratik Açılım Süreci haline getirildi. Fakat ekonomik ve siyasal yapı bunu kaldıracak olgunluğa oluşmadığı için bir tıkanma veya duraklama dönemine girmiştir. Temel terör meselesini çözmek için atılması gereken adımlar aynen bir ülkenin kuruluş zamanlarında olduğu gibi sırası takip edilmelidir.

Bu sıra: ekonomik (halkın refah düzeyini artırma ve terörün finansman kaynaklarını kurutma), politik (darbe zamanlarında ve geçmişte uygulanan baskıcı politikaların terkedilmesi ile birlikte eşit, özgürlükçü ve tarafsız bir politik yapı oluşturma), ideolojik (ayrılıkçı düşüncelerin yeşermesine olanak sağlayan ırkçılık gibi ideolojiler yerine ülkenin geneline hitap eden birleştirici ve tarihsel bağları olan ideolojilerin yaygınlaştırılması) şeklinde olmalıdır.

            2023 Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yılıdır. Bunun yanı sıra her ne kadar mistik bir anlam ifade etse de Serdar Turgut’unda[10] ifade ettiği gibi Türklerin dünyaya ikinci kez hükmedeceği yıl olabilir.

            Bunun için izlenmesi gereken yol yukarıda izah edilmeye çalışılmıştır. Beyüme veya gelişme döneminde temel problemlerin neler olduğu ve nasıl çözülebileceği bu yazının konusu olmamakla birlikte kısaca ifade etmek gerekirse; merkezi otoritenin tam sağlanması için toplumsal grupların bağlılıklarının arttırılması ve bu başarılırken aynı zamanda demokratik ve özgürlükçü siyasi yapılanmanın sağlanmasıdır. Bunun yanı sıra ekonomik problemlerin çözülmesi (önem sırasına göre; tarım, sanayi ve hizmet) ile refahın ülke geneline yayılması gereklidir. Son olarak ideolojik görüşlerin ülkeyi ayrılıkçı veya bölücü kamplara ayırmasının engellenmesi ve tarihsel dayanağı olan bütünlüğün (birlikteliğin) sağlanmasına olanak tanıyan ideolojilerin STK’lar tarafından benimsenmesi ve benimsetilmesi.

            2023 vizyonuna uygun adımla ilerlemek için problemleri çözüm sıramız politik, ekonomik ve ideolojik olmalıdır. Güçlü bir devlet için bu gerekli ve daha güzel bir ifade ile zorunludur. Dikkat edilmesi gereken husus ise gerileme zamanlarında tercihlerin ideolojik, ekonomik ve politik değil tersine ekonomik, politik ve ideolojik sırayı takip etmesi gerekmektedir. Çünkü kuruluş devrinde bu sıra mevcut devletlerin toparlanmasına da olanak sağlayacaktır.

Hakan UZUN
2010


[2] Bknz:Nilgün Toker Kılınç: Modern Devletin İcrası olarak modernleşme (http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=153)
[4] Noel Cowen, Kürsel Tarih, Akyüz Yayın Grubu,2004.
[6] Prof Dr. Okan H. AKTAN, Atatürk'ün Ekonomi Politikası: Ulusal Bağımsızlık ve Ekonomik Bağımsızlık,  Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cumhuriyetimizin75. Yılı Özel Sayısı

[7] Alıntı yeri: Tevfik Çavdar, Milli Mücadeleye Başlarken Sayılarla Durum ve Genel Görünüm II, sf, 19.
[8]    Boratav, K., Türkiye’de Devletçilik, Savaş Yayınları, Ankara (1982), sf.25
[9] Tokgöz, E., Türkiye’nin İktisadi Gelişim Tarihi, Hacettepe Üniversitesi, İ.İ.B.F, sf, 45-48.